Big brother wathcing you
This article is written in Turkish. It discusses simulation theory and existence.
İnsanlık bilinç kazandığı günden beri sürekli sorgulayarak ilerlemiştir. Ancak bu sorgulama süreci hiç kolay olmamıştır. İnsanlar önce gökten indiğine inandıkları kutsal kitaplara yöneldiler, buna "din" adını verdiler. Ardından bu kitaplara göre bir yaşam biçimi kurdular ve bu düşüncenin dışına çıkmayı yasakladılar. Ta ki Rönesans dönemine kadar… Bu dönemde başlayan aydınlanmayla birlikte insanlar tekrar düşünmeye, yeni fikirler ortaya atmaya başladılar. Kilise bile bilimin gerisinde kalamayacağını anlayarak bir noktada bilimle birlikte çalışmaya başladı. Bu devrimin meyvelerinden biri de Descartes gibi önemli filozoflardı.
Descartes’in “kötü cin” düşüncesini duymuşsunuzdur. Ona göre, kendi varlığımız dışında hiçbir şeyden tamamen emin olamayız. 2+2’nin 4 etmesi ya da bir karenin dört kenarının olması gibi bilgiler bile kesin değildir. Peki ya bizi aldatan bir varlık bu düşünceleri bize dayatıyorsa? Ya hakikate asla ulaşamamışsak? Bu kuşkudan yola çıkan Descartes, "Düşünüyorum, öyleyse varım" sonucuna ulaşmıştır. Kuşku duyamayacağımız tek gerçek, kendi varlığımızdır. İşte bu düşünce, simülasyon teorisinin temel taşlarından biridir.
Simülasyon teorisi, bizden çok daha gelişmiş bir uygarlığın bizi yönettiğini savunur. Buna en popüler örneklerden biri Matrix filmidir. Filmde, makineler insanları yönetmekte ve onların gelişimini engellemektedir. Bazı “anomaliler” dışında dünya düzen içinde ilerlemektedir ve mimarın sisteme yerleştirdiği kodlarla isyanlar bastırılmaktadır. Eğer bu teori doğruysa, insanlar bunu fark etmesin diye yönetenler ellerinden geleni yapacaktır, değil mi?
Ancak gerçeği saklamanın en iyi yolu, onu en görünür yere koymaktır. Belki de bizi yönetenler, bu teoriyi düşünmemizi özellikle istiyordur. Çünkü çoğu insan bu fikri "gerçek olamayacak kadar kurgusal" bulur ve üzerine düşünmez. Asıl mesele de bu zaten: Eğer bu teori gerçekse, bizden katbekat üstün bir uygarlık tarafından yönetiliyoruz demektir. İnsanların bu fikre inanmak istememesi bu yüzden oldukça doğaldır.
Elbette bu yazdıklarım çoğu insana sadece iyi bir kurgu gibi gelecektir. Zaten amacım herkese hitap etmek değil. Simülasyon teorisi, kesin olarak kanıtlanabilecek bir şey değildir. Belki de bunu anlamamız için çok uzun bir zaman geçmesi gerekir. İnsanlık olarak henüz Kardashev Ölçeği’ne göre birinci tip uygarlık bile olamadık. Önümüzde çok uzun bir yol var. Bu teorinin gerçekliğini keşfetmek, belki de bizden sonraki medeniyetlere kalacak.
Simülasyonun var olup olmadığını bilmemiz şu an için mümkün olmasa da, bu teoriyi düşünmek bile aslında kim olduğumuzu, nerede durduğumuzu ve neden yaşadığımızı sorgulamamıza neden oluyor. Belki de sorulması gereken en önemli soru şudur: Tüm bu karmaşanın içinde biz ne kadar gerçek hissediyoruz?
Ve belki de en büyük gerçeklik, tüm bu düşüncelerin ötesinde, sıradanlığımızda gizlidir.
"Birkaç yıl yaşamak üzere tasarlanmış, haddinden fazla gelişememiş küçük böcekleriz. Bir amacımız ya da nedenimiz yok; sadece yaşamak için yaşıyoruz."